17 Aralık 2013 Salı

ÖLMEDEN ÖNCE İZLEMENİZ GEREKEN 10 DİRENİŞ FİLMİ


Direnişi iliklerimize kadar hissettiğimiz günlerden geçiyoruz,Haziran Direnişi 70'ler sonunda demir yumrukla sonlandırılan direniş kültürünün yeniden doğuşu oldu,barikat kurma,polisle mücadele ,duvar yazıları,pankartlar yeniden Türk insanının hayatına girdi ,30 yılın tüm sessizliği Haziran Direnişi ile sonlandı ve büyük bir gürültüye dönüştü.Gezi direnişi ile ilgili çok şey söylendi ,yazıldı bugün de ben size mutlaka izlemeniz gereken 10 tane  direniş filmi hazırladım.Direnişle ilgili tüm güzelliklerin olduğu bu filmler  size Haziran 2013'ün hareketli günlerini anımsatacak ,iyi seyirler...
      ZABRISKIE NOKTASI( Zabriskie Point): Büyük bir Marksist Forum toplanmıştır ve bir grup üniversiteli genç  hem gündemi değerlendirmekte hem de direnişle ilgili ayrıntıları netleştirmektedir.Film 2 katmanlı olarak yürür,bir yandan polis ve direnişçilerin gösteriler sırasındaki kanlı çatışmasını izleriz bir yandan da iki gencin aşk hikayesini ...
        HERŞEY YOLUNDA( Tout Va Bien): Bir grup fabrika işçisi çalıştıkları fabrikayı işgal eder ve patronlarını rehin alırlar,  gazeteci çift de işçilerle röportaj yapmak için fabrikaya gelir, 2 saat boyunca işçiler sendika,çalışma koşulları,yaşamdan beklentileri ve toplum hakkında konuşurlar ve tüm düzeni sorgularlar.Bir yandan da dışarıda ünüversite öğrencileri polisle çatışmaktadır. Bu film sosyalizm ,direniş ,grev ve işçiler üzerine yapılmış en önemli fimdir bana kalırsa.
       DÜŞLER TUTKULAR SUÇLAR ( The Dreamers) : Mayıs 68 Fransız sinematek'i sağcı hükümet politikaları gereğince kapatılmıştır, bir yandan da  sosyalist fransız gençleri sokağa çıkmaya başlamışlardır, tam böyle bir politik ortamda 2 fransız genci ile tanışan Amerikalı Mathew onlarla hayatı yeniden sorgulamaya girişir,bir apartman dairesine kapanırlar ve orada politika,cinsellik,ahlak   gibi hayatın en önemli konularını irdelemeye başlarlar, fakat sokaktan gelen çatışma seslerine daha  fazla kayıtsız kalamayacaklardır.
         EKİM (OKTOBER): Büyük yönetmen Sergei Eisenstein  Ekim devriminin 10.yılında büyük bir propaganda filmine imza atar, Rusya'da devrime giden tüm süreci belgesel tarzında çeker. Filmde devrim çoşkusunu tüm benliğinizle hissedebilirsiniz ve gelmiş geçmiş en önemli direniş filmidir.
            SYMPATHY FOR THE DEVIL:İzlenmesi zor filmlerden biridir ,filmde hem Rolling Stones 'un efsane şarkısının kayıt sürecini izleriz, hem de Vietnam savaşı,siyah direnişi gibi dönemin önemli direnişlerini izleriz.
             SEFİLLER (LES MISERABLES): Toplumsal olarak çürümüş olan Fransa artık fakirin çok fakir,zenginin çok zengin olduğu umutsuz bir ülkedir,bu süreçte kürek mahkumu Jan Veljan kendini farklı bir kimlikle yeniden yaratır.Bir yandan da Fransız gençlerinin başlattığı direniş hem büyük sokak çatışmalarına sahne olacak hem de Fransa'ya daha adil bir yaşam gelmesini sağlayacaktır.
                AH ŞANSLI ADAM (O LUCKY MAN ): Marksist İngiliz yönetmen Lindsay Anderson'un çektiği  Ah Şanslı Adam  3 saatlik bir sosyalizme övgü filmi.Hevesli İngiliz genci Mick Travis hayatın ona sunduğu tüm fırsatlardan yararlanmak için yola çıkar fakat başına hiç de beklemediği olaylar gelir,film boyunca bir hayal kırıklığından  başka bir hayal kırıklığına sürüklenir durur,kapitalizm ona çok şey vaat etmiştir ama tüm bunlar aslında birer ilüzyondur,Mick zamanla kapitalist sistemin bir kandırmaca olduğunun farkına varacaktır ama ya çok geç olduysa.
                 ÇİNLİ KIZ( LA CHINOISE): Bir grup sosyalist Fransız genç hem marksizm üzerine kafa yormak hem de yazlarını değerlendirmek üzere bir apartman dairesine kapanırlar.Evin tüm odalarını sosyalist imgeler ve propaganda malzemeleri ile kaplarlar,maoist bir radyo dinlerler.Farklı toplumsal katmanlardan gelen gençler hem kendi hayatlarını sorgularken hem de Fransa'ya  sosyalizmi getirmenin yollarını irdelerler.Kurdukları bu küçük hücre evinde  zamanla şiddetin bunu yapmanın tek yolu olduğu sonucuna varırlar.Bu film hem sosyalizmde şiddet sorununu irdeliyor hem de genç insanların ülkeye politik bakışlarını göstermesi açısından çok önemli .
                    FAHRENHEİT 451 : Sinema tarihinin bana kalırsa en önemli filmlerinden biri budur.Bir bilim kurgu filmi gibi gözükse de bu film faşizmi en iyi anlatan filmlerdendir.
       Montag evlerin yanmaz malzemeden yapıldığı ve itfaiyecilerin artık sadece kitap yaktıkları bir dönemde yaşayan bir itfaiye eridir.Kitaplar ve tüm yazılı dökümanlar yasaklanmıştır.Artık herkes kitaplarını saklamaktadır fakat ispiyoncu yan komşuları nedeniyle tüm hepsi tehlike altındadır.Anlamsız tekdüze bir hayatı ve dolgun bir maaşı olan Montag genç bir kızla tanışır ve hem yaptığı işi hem de hayatını sorgulamaya başlar,bu süreç onu direnişçilerle tanışmaya kadar götürecektir.
                     HAFTASONU(WEEK-END): Kapitalizmin çirkin yüzünü tüm açıklığıyla gösteren bu film artık birbirlerini sevmeyen ,hatta öldürmeyi bile düşünen  burjuva bir çiftin haftasonunu değerlendirmek üzere arabayla bir yolculuğa çıkmasıyla başlıyor.Çıktıkları yolda ölümlü bir kaza olan çift alternatif yollardan gitmeyi denerken  kaybolur.Çift film boyunca insanlık tarihini ve kapitalist düzeni sorgulayan insanlar ve kahramanlarla karşılaşacak ve filmin sonunda ummadıkları şekilde değişmiş olacaklardır.

3 Aralık 2013 Salı

RUHLAR BÖLGESİ BÖLÜM 2 KORKUTUYOR

   
2 sene önce ilk bölümünü izlediğimiz RUHLAR BÖLGESİ ikinci filmiyle karşımızda.Yine sizin için gittim ve gördüm,en az ilk film kadar beğendim.Eğer ilk filmi izlemediyseniz üzülmeyin bu ikinci film ilkinden bağımsız seyredilebilecek şekilde çekilmiş.70'ler korku filmleri  hayranı yönetmenimiz müziğiyle,çekimiyle,kadrajıyla ve kitsch estetiğiyle o döneme bir güzelleme yapmış adeta.Bunu buram buram tüm film boyunca hissedeceksiniz zaten.
  Taşındıkları evlerde garip paranormal olaylar yaşayan ve oğulları komada olan çaresiz çift Renee ve Josh çözümü bir ruh çağırma seansında ararlar,seans başarılı geçer çift oğullarına kavuşur ancak medyum esrarengiz bir biçimde ölür.Bir dizi polis araştırmasının ardından çift Josh'ın annesinin evine taşınır.
 Renee herşeyin bittiğini ve normal hayatlarına döndüklerini düşündüğü bir sırada evde bir kadın hayaleti belirir.Bir yandan da kocası anılarını hatırlayamamakta ve garip davranışlar sergilemektedir.Tüm bunlar olurken medyumun öldüğü seanstaki asistanları Josh'a ait bir çocukluk videosu keşfederler.Bu video hem ailenin hayatını karabasana çeviren paranormal olayları aydınlatacak hem de josh'ın bulanık geçmişine ışık tutacaktır.
 Eğer hayalet ,ruh,perili ev ve öteki hayatla ilgili filmlerden hoşlanıyorsanız ruhlar bölgesi 2 tam size göre.İyi seyirler...

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Şeytan Tohumu (2012) - The Possession

   
Yıllardır şeytan çıkarma (Exorcism) üzerine çok filme gitmişimdir.İçine şeytan giren tüm kurbanlar filmin sonunda bilge bir rahip tarafından uzun bir ayinle şeytandan arındırılır ve tekrar doğru yola sokulur.The Possession' a da  tüm bu beklentilerimle gitmiştim ancak beklentilerim şok edici bir sonla noktalandı.İlk defa Hristiyan gelenekleri dışında bir şeytan çıkarma ayini konu edilmişti .Ve daha fantastik bir Yahudi Exorcism'i izlemiş oldum.Şeytan çıkarma filmlerinde ortak noktalar ve hiç değişmeyen ritüeller vardır.Bu filmde de bolca mevcut. İçine şeytan giren kişinin ailesi ya dağılmıştır ya da ailesinden uzaktır,kişi veya ailesi genelde ateisttir ya da dinden uzaklaşmış kişilerdir,kurban bakire kadındır ve şeytandan ancak dine dönüş yaparak kurtulabilir.Filmimizde de bu klişeler ya da kurallar diyelim bolca mevcut.Gelelim konumuza.
    Clyde ve Stephanie bir yıldır ayrı yaşayan ve iki kızı olan bir çifttir.İkinci ligde şöhretini yitirmiş bir basketbol koçu olan Clyde kızlarını sadece hafta sonları görebilmektedir.Yine böyle bir hafta sonunda Clyde 'ın şehir dışındaki evine giderlerken küçük kızı Em yolda durdukları  evin bahçesindeki satıştan bir kutu satın alır.Fakat filmin başında da şahit olduğumuz üzere bu kutu bir çeşit ruhu veya cini gizlemektedir.
Em kutuyu açar ve yahudi dilinde  Debuk olarak adlandırılan şeytani varlık içine yerleşir.Şirin ,sorunsuz bir çocuk olan Em zamanla asosyal ve şiddet içerikli davranışlarda bulunmaya başlar.Babası durumu fark eder fakat anneye bir türlü bunu anlatamaz.Kızını kutudan ayırma  girişimleri de sonuçsuz kalır.Em zamanla tüm benliğini şeytana teslim eder.Clyde ,Em'in okuldaki öğretmeni ölünce kutuyu bir profesöre götürmeye karar verir.Profesör kutunun 30'larda polonya yahudisi bir aileye ait olduğunu ve bir tür kötü ruh hapsetme ayininin parçası olduğunu anlatır.Bundan sonra yapılacak tek şey vardır artık.Ruhani bir çare aramak.
   Özellkle şeytan çıkarma sahnesi ile öne çıkan film ,bu türden hoşlanıyorsanız iyi bir seçenek olabilir sizin için .İyi seyirler..

18 Ağustos 2013 Pazar

JOBS: DELİ DAHİNİN İLHAM VERİCİ HAYATI

 
 Steve Jobs çağımızın en önemli isimlerinden biridir,teknoloji dehasıdır, hayatı ilham vericidir,bugün onun keşfettiği ve hayatımızı kolaylaştıran birçok yenilikle, kolaylıkla birlikte yaşıyoruz.Biz bile farkında olmadan teknolojiyi bizim için basitleştiren ,teknoloji ile aramızdaki mesafeyi kaldıran bir adam Jobs.
 Ölümünün hemen ardından çekimleri başlanan filmi ülkemizde gösterime girdi bu hafta.Gittim gördüm.Açıkçası Hollywood'dan son yıllarda gelmiş en eli yüzü düzgün işlerden biri olmuş.Deli dahi Jobs'ın fırtınalarla,inişli  çıkışlarla dolu yaşamını izlemek tam bir hayat dersi niteliğinde.
 Film İPOD'un personel tanıtım toplantısıyla açılıyor,Jobs devrim yaratacak şaheserini büyük bir mütevazilikle tanıtıyor ardından flash backle üniversite yıllarında bir gezintiye çıkıyoruz.Her zeki insandaki odaklanma problemlerinden mustarip Jobs üniversiteyi bırakmış ama halen derslere girmekte.Hindistana gitmiş-gelmiş,karış karış 1 yıl orayı dolaşmış,lsd ve zen ile tanışmış .Üniversite yıllarından sonra Atari'de işe giriyor ama gerek insan ilişkilerindeki zayıflığı, gerek egosu yüzünden bir türlü tutunamıyor.Kendisinin de itiraf ettiği gibi 'Ben insanların altında emir alarak çalışamıyorum' diyor.Derken Steve Wozniak ile ailesinin garajında Apple Şirketini kuruyor.Şirket büyüdükçe Jobs daha büyük projeler peşinde koşmaya başlıyor,Macintosh'u yaratıyor ardından kendi işe aldığı pepsi cola'nın CEO'su tarafından kapı dışarı ediliyor.Jobs kovulduktan yıllar sonra şirkete geri dönüyor ve neredeyse batmakta olan şirketi günümüzdeki parlak  konumuna geri getiriyor.İlham verici bu hikayeyi izlemek beni gerçekten etkiledi,hayatında birçok kez dibe vuran ve kendini yeniden yaratan bir adamın yaşam hikayesi çünkü bu.
  Ashton Kutcher' a gelince; inanılmaz bir Jobs portresi çizmiş .Jobs'ın kendine has yürüyüşü,konuşması,jestleri Ashton'da hayat bulmuş.Zeka dolu bakışlarını da es geçmemiş .Deli dahi Jobs'ın vejeteryen olması,çıplak ayakla dolaşması eşyasız bir evde yaşaması ve neredeyse ayda bir kez yıkanması gibi unsurlar da filmde atlanmamış.
  Bu filme gidin,filmden çıktığınızda aynı insan olmadığınızı göreceksiniz zaten...

10 Ağustos 2013 Cumartesi

GODARD ve ÖLÜMÜN SIRADANLIĞI

Film tiryakilerinin çok yakından tanıdığı ve benim de idolüm olan büyük yönetmen Godard tam bir anti sinemacıdır.Sinemaya karşı sinema yapan bir yönetmendir.Filmlerinde konu çoğu zaman önemsizdir,çekimler tek plandır,kahramanlar kenara köşeye atılmış,gözden düşmüş,toplumun dışladığı kişilerdir.Bugün ise ben onun filmlerindeki kahramanlara reva gördüğü ölümü irdeleyeceğim.
    Godard için ölüm sıradan bir yaşam olgusudur,yaşamda herhangi bir değişim yaratmaz.Hollywood filmlerinde kahramanlar ya ölümsüzdür ya da ölümleri çok büyük bir anlam ifade eder,oysa Godard için film kahramanının ölümü anlamsızdır.Kahraman gözümüzün önünde pat diye ölüverir,bu bizde ne bir arınma(katharsis) ne de bir idealizm oluşturur.Başta da dediğim gibi Godard bir anti-sinemacıdır.Sinemanın tüm kalıplarını yıkıp geçmek isteyen bir yönetmendir.Filmlerinden dramayı çıkartır ,konuyu önemsemez,çoğu zaman kahramanlarının doğru düzgün bir evi ,işi bile yoktur.Hollywood filmlerinde alıştığımız ne varsa ters -yüz eder,ağzımızı açık bırakır.Kahramanları çoğunlukla devletin gözden çıkardığı casuslar,hırsızlar,hayat kadınları,teröristlerdir.Bu insanların toplum yaşamından dışlanmışlığı ölümlerine de yansır.
     Godard ,filmlerinin sonundaki sıradan,dramadan yoksun,kanın renginin bile aşırı abartıldığı ölümlerle aslında ciddi bir toplum eleştirisi yapar  bana göre.Film bittikten sonra bu kadar anlamsız bir ölüm bizi hollywod filmlerindeki bol drama soslu ölümlerden bile çok düşündürür.
      Ölüm elbette ki sıradan birşey değildir,ama Godard kahramanlarını o kadar sudan sebeplerle öldürür ki tüylerimizi diken diken eder ve ölümü sorgulamamıza sebep olur.Yaşarken devlet ve toplum için bir anlam ifade etmeyen bu dışlanmış insanlar ölürken de toplumun gözünden kaçar.Dışlanmışlıkları da sıradan ölümlerle tasvir edilir.Büyük ustaya saygılarımla...

SİYAD'IN SEÇTİKLERİ 2012 ve GEZİ RUHU ÜSTÜNE BİR YAZI

 
  Uzun bir süredir blog girdisi yapamamıştım,nedeni de Gezi protestolarında yani sokakta olmam.Benim gibi MAYIS 68 hayranı birinin başka bir yerde olması beklenemezdi zaten.Yıllardır çeşitli protestolara katıldığım  halde Türkiye tarihinin bu en geniş çaplı protestosu beni tam anlamıyla MAYIS 68'e götürdü.O olayların ünlü bir sözü vardır; Kaldırım taşlarının altında kumsal var.Bu şu demekti;bu yaz tatile gitmeyin ve protestolara destek verin,Türkiye'de de aynen bu oldu,protestolara her gelir grubundan,yaştan,işten,görüşten ve her renkten insan katıldı ve katılmaya da devam ediyor.Ancak protestolara destek verirken şunu unutmamalıyız şu an elimizde kalan ve hala korumamız gereken sinema salonlarını.Yıllardır gittiğim ve bağımsız filmler yayınlayan birkaç sayılı sinemadan olan Beyoğlu Sineması zor günler geçiriyor.Bu nedenle ona destek vermemiz gerekiyor.Yoksa o da kapanma tehlikesiyle karşı karşıya.Büyük bütçe ile açılmış Avm sinemalarına değil,Beyoğlu Sinemasına gitmek şu an yapabileceğimiz en iyi Gezi Ruhu eylemlerinden biri.
      Siyad yıllardır izlediğim seçkilerinden birini bu sene yine hazırlamış ,gerçekten özlediğim bir etkinlikti bu. 2012'nin en iyilerini belirlemiş ve Beyoğlu Sinemasında 12 Temmuz-25 Temmuz arasında bu filmler gösterimde olacak .Bu benim gibi sinefilleri şimdiden heyecanlandırmıştır.Program şöyle;
     
   12 temmuz AŞK-L'AMOUR (MİCHAEL HANEKE)
   13 temmuz UTANÇ(STEVE MC QUENN)
   14 temmuz THE MASTER  (P.THOMAS ANDERSON)
   15 temmuz KEVİN HAKKINDA KONUŞMALIYIZ  (LYNNE  RAMSAY)
   16 temmuz MOONRİSE KİNGDOM (WES ANDERSON
   17 temmuz SÜRÜCÜ (NİCOLAS W.REFN)
   18 temmuz ANNA KARENİNA (JOE WRİGHT)
   19 temmuz FAUST (ALEKSANDR SOKUROV)
   20 temmuz ELENA (ANDREY ZVYAGİNTSEV)
   21 temmuz KÖSTEBEK (TOMAS ALFREDSON)
   22 temmuz MELANKOLİ (LARS VON TRİER)
   23 temmuz AŞK -L'AMOUR  (MİCHAEL HANEKE)
   24 temmuz UTANÇ  (STEVE MC QUENN)
   25 temmuz  THE MASTER  (P.THOMAS ANDERSON)
  

Bu muhteşem filmleri kaçırmayın,sokaklara çıkmaktan da korkmayın,sokaklar güzeldir.İyi seyirler...

Michelangelo Antonioni Filmleri Pera Müzesinde

Pera Müzesi biz sinefilller için bir Antonioni seçkisi hazırlamış.25 Mayıs 'a kadar izlenebilecek bu seçkide Antonioni'nin kısaları da mevcut. Kaçırmayın derim. İyi seyirler.

12 Mayıs May
Pazar 
14:00 BirKadının
 Tanımlanması
Identification of a
 Woman
17:00 Macera L’Avventura
22 Mayıs May
Çarşamba 
19:00 CinayetiGördüm
Blow-Up
24 Mayıs
Cuma
19:00 ZabriskieNoktası
Zabriskie Point
25 Mayıs 
Cumartesi 
14:00 Kırmızı Çöl
Red Desert
16:00 Kısalar Shorts
19:00 Macera L’Avventura

HAFTANIN DVD SEÇİMİ:PARANOYA (MARTHA MARCY MAY MARLENE)

Merhaba ,bu hafta 2011 yılına ait  bir film olan Paranoya'dan bahsedeceğim .Paranoya gösterimde olduğu dönemde oldukça gürültü koparmış gerçekten de kaliteli bir film.Orjinal ismi Martha Marcy May Marlene  olan film Martha isimli genç bir kızın benliğini bulma arayışı hakkında.Martha iki yıl boyunca bir tarikat evinde yaşamış ve bir sabah haber vermeksizin evden ayrılmaya karar vermiştir.Biz Martha'yı bu ayrılışa neyin sürüklediğini merak ede duralım o ablasına telefon  eder ,amacı sadece iki yıldır görmediği ablasının sesini duymaktır.Sonradan anlayacağımız üzere kontrol manyağı ve düzen hastası ablası onu eve getirmeyi teklif eder.İsteksizce bu teklifi kabul eden Martha ablasının zengin,steril ve tertemiz dünyasına adım atar.Nereye gideceğini ne yapacağını bilmez halde olan Martha geldiği bu kocaman evde adeta  kaybolur.Ablasının kuralları,eniştesinin para ve güç odaklı yaşam anlayışı ve onun peşini bırakmak bilmeyen 2 yıllık tarikat anıları arasında büyük bir bunalıma girer.Tarikatı özlemektedir çünkü orada kendini yararlı ve önemli bir birey olarak hissetmiştir.Öte yandan hayal kırıklığına uğramıştır çünkü tarikatta insanlık dışı olaylar yaşamıştır.Bu kocaman,yemek dolu ve insanı rahatsız edecek düzeyde konforlu evde ise o bir hiçtir.Bir birey olarak önemini yitirmiştir.İşi ,parası ve başarıları yoktur.Filmin kalbi diyebileceğimiz yemek masasındaki  büyük kavgada uzun süredir sessizliğe bürünmüş karakterimiz tüm kinini kusar.
Elimizde sonuç olarak çok kaliteli ve karakterlerin çok iyi çizildiği bir iş var.Bu film bir düzen içinde sürdürdüğümüz hayatımızın ve steril ahlak kurallarımızın anlamsızlığı üzerine.Mutlaka izleyin.

LANET -SINISTER :GERİLİM FİLMİ ARIYORSANIZ...

Ellison parlak günlerini geride bırakmış artık ailesi ve mortgage sorunları olan bir yazardır.Karısıyla  ve çocuklarıyla yeni bir eyalette bir eve taşınırlar.Ellison'un buraya asıl geliş amacı 'yazar tıkanması' nı aşıp yeniden 'bestseller' bir yazar olmaktır.Fakat Ellison kurgu kitaplar yerine gerçekten yaşanmış olayları daha doğrusu cinayetleri yazmaktadır.Ve diğer iki bestseller kitabı da çeşitli eyaletlerde yaşanmış seri cinayetler hakkındadır.Aslında tüm bu taşınma işini de kendisi organize etmiş ve karısının haberi olmadan ,cinayete kurban giden bir ailenin evine taşınmıştır.Evinde öldürülen aile ile ilgili araştırmalar yapıp ailenin kayıp üyesi küçük çocuğu bulmak amacındadır.Ve buraya taşınır taşınmaz tavan arasında bir dizi aile cinayetini gösteren birkaç video bulur.Ellison konuyu araştırdıkça olayların çok daha büyük boyutlarda olduğunun farkına varacaktır.
Gerçekten de ben filmi beğendim.Katıksız bir gerilim bulmak bu günlerde çok zor.Film hem bir cinayeti irdelerken hemde yazar tıkanmasının insana neler yaptırabileceğine odaklanmış.Sonu ise tahmin edilmesi oldukça güç ve güzel.

İSTANBUL MODERN-GÜÇ BELGESELDE

İstanbul Modern Güç belgeselde 4-14 Nisan 2013 'de müze ziyaretçilerine ücretsiz olacak.Gösterimdeki belgeseller ;
IŞIĞA ÖZLEM
BEYAZ PARALI BİR ASKERİM
YANGTZE NEHRİ
ALTIN UYKU
BURMA VJ
VİDEOKRASİ
UNUTULAN ALAN
ÖLDÜRME EYLEMİ
DÜNYAYI KURTARMAYA ÇALIŞANLAR
GERÇEKLERİ YAZDIM-LİCE DEFTERİ
 iyi seyirler...

YOLDA :JACK KEROUAC

Festivale biraz ara verip Yolda(On the Road ) filmine gittim.Daha önceden kitabı okuduğum için beklentilerimi düşük tutarak izledim filmi.Öncelikle şunu söylemeliyim yönetmen Walter Salles harika bir iş çıkartmış.Kitabı gerçekten özümseyip çekmiş filmi ve belli ki bir Kerouac hayranı.Oyuncu seçimi de çok uygun olmuş.Garreth Bale ,Sam Riley,Tom Sturridge ve Viggo Mortensen mükemmel birer  oyunculuk sergilemişler.(Bayan oyuncu seçimlerine ve özellikle de Kristen Stewart 'ın  o dönemki saç modasına uymayan saç kesimine itirazım olabilir).Yönetmenin kitabı iyi algıladığı  en çok kadınların cinsel figür olmaktan öteye geçememesinden belli.Beat kitaplarının hepsinde olduğu gibi Yolda'da da kadın sadece bir iki satır arasında geçen ve figüran olmaktan öteye geçemeyen duygusuz bir varlıktır.O nedenle kadın oyuncular geri planda.Film dönemin yozlaşmış polis devletini ,deterjanla yıkanmış gibi ailelerini iyi yansıtmış ,es geçmemiş.Bu iyi çekilmiş,ilham verici filmi izleyin.Özellikle filme tek başınıza gitmenizi tavsiye ederim,cesur sahneleri daha rahat izleyebilmeniz açısından.

MUHTEŞEM SEFİLLER

     Victor Hugo'nun başyapıtı Sefiller birçok kez tv 'ye tiyatroya uyarlanmış son derece zengin bir eser.Bu kez de karşımızda müzikal bir sinema filmi olarak duruyor,ama ne müzikal.Meşhur ekmek çalma sahnesini atlamayı tercih etmiş olan Tom Hooper muhteşem bir iş çıkartmış.Şimdi gelelim konumuza.Jean Veljean şartlı tahliye edilir  fakat nereye gitse tehlikeli mahkum sıfatı taşıdığı için işe alınmaz.Sokaklarda uyur,aç kalır.Bir gün bir rahip ona acır ve manastırının kapılarını açar.Fakat bu iyiliğe karşılık Jean ,rahibin değerli eşyalarını çalar.Yoksulluk ve mahkumiyet o kadar uzun süredir  yakasına yapışmıştır ki artık doğruyla yanlış birbirine karışmıştır.Fransız güvenliği Jean'ı yakalar,onu rahibe getirir fakat rahip Jean'ı aklar.Bu inanılmaz olay Jean'ı derinden etkiler.O gün kendine bir söz verir,bundan sonra artık Jan Veljean değildir .Aradan yıllar geçer artık zengin ve nufuzlu bir adam olarak tanınmaktadır fakat  Fransa'daki haksız ekonomik sistem ve yozlaşmış adalet daha kötü boyutlara ulaşmıştır.Yanında çalışan güzel ama talihsiz Fantine,Jean için hayatın hazırladığı yakın gelecekteki sürprizlerden biridir sadece.Gerisini filmde izleyin derim.Film hareketli ve duygusal sahnelerin çok güzel harmanlandığı,insanı sıkmayan ve  sizi büyülü bir dünyaya götüren bir başyapıt.

MEDYUM ve ROBERT DE NIRO ÜZERİNE...

Robert De Niro 'yu bir gerilim filminde ikinci kez izliyorum.Ama en az diğer türdeki filmlerde olduğu gibi gerilim filmlerinde de çok başarılı buluyorum.Medyum aylardır beklediğim filmlerden biriydi .öncelikle tüm oyuncu kadrosu tanıdık.Cillian Murphy olsun,Sigourney Weaver olsun mükemmel birer oyunculuk sergiliyorlar.Konusu ilk başlarda  biraz Öbür Dünyadan'ı andırıyor olsa da filmin ikinci yarısı itibariyle tamamen farklılaşıyor.Öbür Dünyadan'la benzerliği ''sahte medyum avına çıkmış bilim kadını '' nın ötesine geçmiyor zaten.Ama film ikinci yarısıyla biz seyircilerini tahmin edemeyeceğimiz bir şekilde ters köşeye yatırıyor.Aslında  filmin orjinal ismi red lights /kırmızı ışıklar da bize bir uyarı niteliğinde ,fakat  sonuna kadar bunu anlamamız imkansız.Gelelim filmin konusuna;Margaret düzenbaz medyum avına çıkmış bir profosördür.Yardımcısı Tom da en az Margaret  kadar tutkulu ve akıllı bir bilim insanıdır.Beraber hem kendilerne bildirilmiş paranormal olayları açığa çıkartmaya çalışırlar hem de üniversitede bu konuda dersler vermeye devam ederler.Yıllardır ortalarda gözükmeyen Simon Silver bir dizi show için tekrar ortaya çıktığında profosör ve yardımcısı arasındaki ilişki çatırdar.Çünkü Tom ne pahasına olursa olsun Simon Silver'ın düzenbazlığını kanıtlamak istemektedir.Tom 'un bu dizginlenemeyen tutukusu bu üç kişinin hayatlarını geri dönülmez şekilde değiştirecektir.

ALACAKARANLIK ŞAFAK VAKTİ

Stephanie meyer'in sıradışı vampir romanları sayesinde 5 senedir mükemmel filmler izledik.Final filmi olan Şafak Vakti 2 de gerçekten güzeldi ve izlenmeye değerdi.Tabii ki ben yine de tüm filmleri Catherine Hardwicke(twilight'ın yönetmeni)'nin çekmesini isterdim.Ama Bill Condon 'da harika bir iş çıkartmış.Filmimiz Şafak Vakti 1. bölüm'ün kaldığı yerden başlıyor.Bella artık bir vampirdir,kendisiyle birlikte biz de onun yeni yeteneklerini keşfetmeye başlarız.Kana susamış acemi vampirimiz Bella ava çıkar,yeni güçlerini dener,kendine verilmiş yeteneklerin ve vampirliğin alemeti farikalarının tadını çıkartmaya başlar.Aradan bir süre geçer mutlu bir şekilde  yaşamakta olan vampir ailemiz yepyeni iki sorunla karşılaşır. Renesmee normal bir insandan daha hızlı büyümektedir  Ve  Volturiler onun lanetli çocuk olduğunu düşünmektedirler ,bu nedenle onu öldürmek üzere yola çıkarlar.Esme ve Carlisle tüm dünyayı dolaşarak kendilerine yandaş süperyetenekli vampirlerden oluşan bir mini ordu kurarlar.İyi vampirler ve kötü vampirler büyük bir savaşta karşı karşıyadırlar artık.Bundan sonrasını sinemada izlemenizi öneririm.Özellikle filmin kinci yarısı seri için mükemmel bir final niteliği taşıyor.İyi seyirler...

PARANORMAL ACTIVITY 4 YİNE KORKUTUYOR

   
Paranormal serisine giderken artık şundan eminim,güzel bir korku filmine gittiğimden,bu nedenle tüm seriyi sinemada izledim.Serinin bu 4.filmi 2011 'de geçiyor.Ve diğer filmlerden kesitlerle başlıyor.Yine ergen bir kızları ve   küçük çocukları olan bir ailenin evine konuğuz.Bu sefer evi kamerayla donatan ebebeynler yerine evin yeniyetme kızı ve sevgilisi.Normal giden yaşamları eve komşunun oğlunun gelmesiyle bir anda kabusa dönüyor.Bu çocuğun annesi ise seri boyunca tüm filmlerde gördüğümüz Katie.Paranormal serisinin gizemine bu filmde biraz daha yaklaşıyoruz.İzlenmeye değer...

İSPANYOL KORKU FİLMLERİ FESTİVALİ

Pera Müzesi benim gibi ispanyol korku filmi severler için müthiş bir festival hazırlamış ,60'lar ve 70'ler korku filmleri bu festivalde.Kaçırmayın

LANETLİ RUH HAYALET FİLMLERİNDE YENİ BİR SOLUK

   
İyi bir korku filmi izlemeyeli birkaç ay olmuştu,iyi bir hayalet filmi izlemeyeli daha uzun bir zaman.Bugün Lanetli Ruh 'a gittim.Paranormal Activty tarzında kameralar yerleştirilmiş bir evde yaşananlara tanıklık edeceğimi sanırken bu filmde daha fazlasını buldum.Bence siz de bana katılacaksınız.Alan eşini kaybetmiş ,2 çocuklu ve işsiz bir adamdır.Evinde yaşanan paranormal olaylara açıklama getirmek için bir doktor,bir asistan ve teknik ekipmanlardan sorumlu bir kişiden oluşan 3 kişilik bir araştırma ekibi tutar.Ekip evin her yanını kameralarla ,hareket algılayıcı sensörlerle,fotograf makineleri ve ses kayıt cihazlarıyla donatır.Ekibin başındaki parapsikolog doktor olayı tüm süreçleriyle ele alırken,asistan ve teknisyen de kayıtlar yaparlar.İlk gün tavandan sesler gelmesiyle başlayan süreç giderek şiddetini arttırmaya başlar.Bir ara bir medyum bile eve getirilir.Tüm bu araştırmalar sonucunda parapisikolog düşündüğünden çok daha ilginç olayların döndüğü bir ev ve aileyle karşı karşıya oldugunu anlar.Konumuz bu.Ben başta da dediğim gibi filmi beğendim.Kameralar yerleştirilmiş bir evde geçen korku filminden çok parapsikolojiye odaklanmış,hayalet fenomenini derinleştirmiş  ,hayalet fikrini aslında insanların yarattığını savunan ilginç bir film var karşımızda.Ne de olsa yine bir ispanyol korku filmiyle(film ingilizce ,oyuncular da amerikan )karşı karşıyayız.Dediğim gibi bu film kamera yerleştirilmiş evde geçen korku filmlerine ve hayalet filmlerine  yeni bir soluk getirmiş.Mutlaka izleyin...

ÖRÜMCEK ADAM TRAJİK ???

 
  1 senedir örümcek adam'ın vizyona girmesini bekliyordum.Ve sonunda sabırsızlıkla beklediğim filme gittim.Oyuncular yani Emma Stone ile Andrew Garfield rollerine mükemmel uymuşlardı öncelikle onu söylemeliyim ,filmin girişide güzel ve hızlıydı .Ama ilk yarım saatten sonra film süperkahraman filminden dramaya dönüştü.Peter'ın  amcasının ölümüyle başlayan bu drama bölümü filmin sonuna kadar hakim oldu.Filmdeki tüm espiriler ,adrenalin ve heyecan bu nedenle ufalanıp gitti.İnanın filmin sonunu zor getirdim.Neyse ki başta da dediğim gibi Andrew Garfield ve Emma Stone oyunculuklarıyla içimi biraz olsun ferahlattı.Filmdeki ana aksaklık dram kısmının uzun sürmesi ve fazla kaçması hatta trajik boyutlara ulaşmasıydı ancak diğer bir sorun da filmde kötü adam olmayışıydı.Elimizde yarı kertankele, yarı insan bir kötü adamımız var ama bu bildiğimiz kötü adamlar gibi değil.Ne kötülük için elle tutulur bir sebebi var ne de inandırıcı.Yönetmen Marc Webb filmi tam anlamıyla batırmış özgün birşey yapmaya çalışırken çuvallamış.Sonuç olarak eğer bu kadar güçlü 2 oyuncusu olmasaydı bu gişeyi kesinlikle elde edemezdi.Filme gidin ama sırf oyuncuları izlemek için.Yoksa bu bizim bildiğimiz örümcek adam değil,öyle bir beklenti içinde olmayın derim.

PIRANHA FACİASI...

   
 2010'da ilk piranha filmini izlediğimde ve sonundaki devam edecek mesajını gördüğümde heyecanla 2. filmi beklemeye başladım .Devam filmine uzun bir bekleyişin ardından dün gitme imkanı buldum.Fakat sonuç başlıktada belirttiğim gibi bir felaket oldu.Keşke olmasaydı ama öyle.İlk filmdeki gerilim,ambians,geçmişteki piranha filmlerinden esinlenme, bunların hiçbiri yoktu.Bunun yerine kötü bir film yönetimi,gereksiz espriler,korkunç bir senaryo vardı elimizde.Sanki Piranha'yı değilde Mezarını Derin Kaz'ı izliyormuşcasına gereksiz erotik sahneler mevcuttu.İnanın filmi kendisini ti'ye alan David Hasseloff bile kurtaramamış.Gelelim  filmin konusuna.Piranha felaketinin üzerinden 1 sene geçmiştir,bu sefer ilk felaketin olduğu yerden çok uzakta bir Aqua Park açılışındayız.Piranhalar bir şekilde tesisata sızarlar ve yeniyetme gençlere kabus yaşatmak için pusuya yatarlar.Aynı zamanda artık evrimde geçirmişlerdir ve yürümeye başlamışlardır.Filmde tek bir iyi unsur var;o da Christopher Lloyd nam-ı diğer doktor Emmet Brown (geleceğe dönüş).Lloyd yine döktürüyor...

LANETLİ KIZ ve İSPANYOL KORKU FİLMLERİ

   
 Alejandro Amenebar'ın  TEZ filmini izlediğimden beri ispanyol korku filmlerini takip ediyorum,hem çok doğallar hem de ilginç bir korkutma mekanizmaları var.Daha çok psikolojik gerilimi tercih eden ispanyol korku filmleri içinde kötü  bir filme rastlamadım.Lanetli Kız'da bunlardan biri.Doğal,şaşırtıcı ve sürükleyici.Gelelim lanetli kızın konusuna;Daniel bir ilkokulda öğretmenlik yapmaktadır  ve harika evliliği olan biridir.Daniel'in başlarda mükemmel gibi görünen yaşamında 2 temel sorunu vardır.Karısıyla çocuk sahibi olamamaktadırlar ve  bulanık bir geçmişi vardır.Karısıyla birlikte tüm bunları geride bırakmış gibi görünen Daniel aniden hayatına giren davetsiz bir misafirle hem geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalacak ,hem de rayında giden hayatına veda edecektir ,gidin izleyin derim...

DEHŞET KAPANI (CABIN IN THE WOODS) ÜZERİNE...

Evet ben bu filme 2 gün önce gittim.Sonuç mükemmel.Filmde hiçbir aldatmaca ,kandırmaca veya ikili anlatım yok.Başından sonuna kadar neler olacağını biliyorsunuz ve asıl korkunç olan da bu zaten.Gelelim konumuza.5 üniversiteli genç haftasonu için  ormanda bir klübeye gitmeye karar verirler,hazırlanıp yola çıkarlar.Fakat onların bu masum planını fırsat bilen kötü adamların onlar için başka planları vardır.Gençler için çeşitli tuzaklar hazırlamışlardır .Başta herşey güzel giderken gençlerin  her birinin zayıf yönleri onların sonunu getirecektir.Tavsiye ediyorum ,izlenmeye değer bir film 
DİPNOT: Zombie filmleri seviyorsanız bu   filmi daha çok beğeneceksiniz...

The Awakening (Öbür Dünyadan)

Yıllar önce Nicole Kidman'lı Others filmini izleyip beğendiyseniz bu filmi de beğeneceksiniz.Film 20'li yıllarda geçiyor.Savaşın ardından İngiltere'deki insanlar yaralarını sarmaya çalışırken ,doğaüstü olaylarla ilgili sahtekarlıkları ortaya çıkarmaya çalışan Francis'e yeni bir iş gelir.Bir okulda küçük bir çocuk ölmüştür,sebebi hayalet görmesidir.Okul yönetimi bu iddianın çürütülmesini istemektedir yoksa öğrencilerini kaybedeceklerdir.Francis kırsaldaki evden döndürülme okulda hayalet olmadığını ispatlamak için işe koyulur.İlk başlarda tam da düşündüğü gibi olayda bir düzenbazlık olduğu ortaya çıkar ama ilerleyen günlerde Francis işin içinde çok daha farklı ve karmaşık şeylerin olduğunu keşfedecektir.Baştan sona heyecanını koruyan ve tam olanları çözdüğünüzü sandığınızda sizi ters köşeye yatıran kaliteli bir yapım duruyor karşımızda gidin,görün iyi seyirler...

TILDA SWINTON ve KEVIN HAKKINDA KONUŞMALIYIZ

        Tilda Swinton'ın oynadığı her filme gözüm kapalı giderim .Neden mi?Çünkü seçimlerini çok kaliteli işler arasından yapıyor.Böyle olunca da gittiğiniz film senaryo,oyunculuk ve diğer açılardan tamamen sizi tatmin ediyor.Kevin hakkında konuşmalıız Filmekimi'nde kaçırdığım yapımlardan biriydi.Ama bir mucize eseri gösterime girdi.Açıkçası bu yapım  herkese göre değil öncelikle onu söylemeliyim.Çünkü filmde hassas ruhları rahatsız edecek kadar kırmızı boya kullanılmış.Bu şu demek filmin ana konusu ŞİDDET... Filmde iki tür şiddet var,bireyin uyguladığı şiddet ve toplumun uyguladığı şiddet.Gelelim filmin genel yapısına.
Eva yaptığı seyahatlerinden birinde gelecekte eşi olacak adamla tanışır.Hamile kalır ve bir erkek çocuğu olur.Gelgelelim bebek Kevin doğduğu andan itibaren Eva'ya cehennem azabı yaşatır.Saatlerce ağlaması,ileri yaşına rağmen tuvalet alışkanlığını bir türlü edinememesi,annesinin söylediği hiçbir şeyi yapmaması Eva ile Kevin arasında bir anne -oğul savaşı başlatır.Eva sırf Kevin'den intikam alabilmek uğruna tekrar hamile kalır.Sorunlu ilişkileri Kevin 16 yaşına gelene kadar gelgitli bir şekilde devam eder.Ve Kevin günün birinde annesini  şok edecek bir şey yapar,bundan sonrasını zaten filmde izleyeceksiniz,söyleyip tadınızı kaçırmayayım.Ama film tüm bu özetlenen kısımdan ayrı bir kısım daha barındırıyor.Filmin ilk yarım saati boyunca Eva 'ya toplum tarafından yapılan işkenceleri izliyoruz.. Evine kırmızı boya ile yapılan vandalizm,sokakta tokatlanışı,kimsenin ona selam vermeye cesaret edemeyişi,hiç arkadaşı olmayışı,yapılan sözlü tacizler.Ama Eva sanki tüm bunları haketmiş gibi bir davranış sergiliyor. Bunların neden olduğunu çözmemiz için filmin sonuna kadar sabretmemiz gerek.Film ebebeyn olmanın zorluğundan,insan kötücüllüğünün alt yapısına  kadar bir çok unsur barındırıyor.Sevgi-nefret nasıl yanyana oluşabilir ,birbirlerini nasıl besleyebilir tüm bunları düşünmemizi sağlıyor.Elimizde son yıllarda önümüze gelen işler arasında  en iyilerinden birisi duruyor,gidin izleyin derim...

MELANKOLİ -Lars VON TRIER

        Öncelikle şunu söylemeliyim yönetmenler genelde yaşlandıkça daha kötü filmler yaparlar.Bu genel bir kanıdır.Fakat hem antichrist (deccal),hem de melancholia(melankoli) de gördüğümüz üzere Lars von Trier kötü film yapmak şöyle dursun aksine en iyi işlerini bu yaşlarda çıkarmaya başladı.Gelelim filmimize; MELANKOLİ filmi iki kısma ayrılmış durumda.Birinci kısım iki kardeşten küçüğü olan Justine  hakkında .Son derece hızlı başlayan episode önce bize filmden bazı kesitler sunuyor.Filmin sonuna kadar bu kesitler hakkında hiçbir şey bilemeyeceğiz, derken justine kısmına geçiş yapıyoruz.Justine genç, neşeli, hayat dolu biri olarak tanıtılıyor ilk başlarda,ilerleyen dakikalarda  bu uzun düğün sırasında justine 'in çöküşüne şahitlik ediyoruz,her geçen dakika Justine hakkındaki kanılarımızda ciddi anlamda değişimler meydana geliyor.Hem sıkıcı düğün adetleri,hem konukların sevimsizliği,hem de Justine 'in ruh hali bizi boğmaya başlıyor ve episode sürpriz bir sonla noktalanıyor.Ardından ikinci kısma geçiş yapıyoruz.Bu episode 'un ismi ise CLAIRE.İlk kısımdan zaten biraz tanışıklığımız olan ağırbaşlı,sorumluluk sahibi,mükemmeliyetçi,titiz kardeş olan Claire küçük  kardeşi Justine ' e evinin kapılarını açıyor,bu kısımda Justine 'in yaşadığı derin depresyona şahit oluyoruz.Banyo bile yapamayacak halde yaşama küsmüş olan Justine birkaç gün içinde medyada dünuyanın sonunu getirecek gezegen olarak adlandırılan MELANCHOLIA sayesinde kendine gelip iyileşiyor.Bundan sonraki dakikalarda bu sefer Claire'in çöküşüne tanık oluyoruz.Claire'in ölüm korkusu onu panik atağa kadar sürüklüyor.Gezegen dünyaya çarptı çarpacak aslında kardeşlerden Justine 'in ,Claire'den daha cesur,daha kontrollü ve daha mantıklı olduğunu kavrıyoruz.Sonuç olarak bu film ölümü kabullenişle ilgili bir film bana kalırsa.Ölümle başa çıkmanın en iyi yolu onu kabullenmekten geçer ne de olsa.

ANNEMİ ÖLDÜRDÜM!!! (J'ai tué ma mère )

Kanyon cinebonus yine çok merak ettiğim bir filmi programına almış.Bu filmi festivalde kaçırmıştım ,bugün izleme imkanına kavuştum.Annemi Öldürdüm lise öğrencisi Hubert 'in annesiyle yaşadığı gelgitli anne -oğul ilişkisi üzerine kurulmuş olan bir yapım.Hubert annesine nefret-sevgi ikileminde gidip gelen bir bağ ile bağlı.Bunun yanısıra ergenlik sorunlarıyla baş etmek zorunda.Annesiyle çocukluğunda kurduğu bağa özlem duyuyor ama onunla ilişkisi ağız dalaşına dönüşmüş durumda.Annesi Hubert'in eşcinselliğini bile bir solaryum seansı sırasında tesadüfen öğreniyor.İlgisiz babası hem bu yeni durumla başa çıkmak, hem de Hubert'in annesiyle yaşadığı sorunlarla uğraşmamak için onu yatılı okula göndermeye karar veriyor.Peki bu çözüm olabilecek mi?Sonuçta elimizde son yıllarda izlediğimiz en iyi filmlerden biri var.Mutlaka bu filme gidin...